Jill Bolte Taylor – İnme geçiren bir beyin araştırmacısı

Jill Bolte Taylor’un eline pek az beyin araştırmacısına nasip olacak bir araştırma fırsatı geçti: Büyük bir inme geçirdi ve beyninin hareket, konuşma, farkındalık gibi beyin işlevlerinin birer birer iptal oluşunu izledi. Şaşırtıcı bir öykü.

Dr.Jill Bolte Taylor; Harvard eğitimli, basılı bir kitabı bulunan,1996’da beyninin sol yarıküresinden ağır kanama geçirmiş bir nöroanatomisttir. Dr.Taylor; türüne az rastlanan bu felcin öğleden sonrasında yürüyememiş, konuşamamış, okuyamamış, yazamamış ve hayatındaki hiçbir şeyi anımsayamamıştır. Dr.Jill’in tüm fonksiyonlarını ve düşünme kabiliyetini geri kazanması sekiz yılı bulmuştur.O, New York Times’ın en iyi satılan biyografisi ‘’Felcimin İçyüzü: Bir Beyin Bilimadamının Kişisel Yolculuğu’’ nun yazarıdır (Kitap,Viking Penguin tarafından 2008’de yayımlanmıştır). Dr.Taylor,TIME Dergisi tarafından 2008 yılının dünyadaki en itibarlı kişilerinden biri olarak seçilmiştir.

Konuşmanın tüm metni;
‘’ Beyin üzerinde çalışmak için yetiştim, çünkü bir beyin rahatsızlığı olan şizofreni tanısı konulmuş bir erkek kardeşim var. Bir kızkardeş ve daha sonra da bir bilimadamı olarak; hayallerime neden sahip olabildiğimi, onları realitemle neden devreye sokabildiğimi ve neden gerçekleştirebildiğimi anlamak istedim. Erkek kardeşimin beyni ve şizofreni’sinde alışagelmişi hayalleriyle bağlantıya geçiremediği ve realiteyi paylaşamadığı, böylece bunun yerine bir delüzyon (yanılma) haline gelen neydi? Bu nedenle hayatımı şiddetli zihinsel hastalıklar üzerinde araştırma yapmaya adadım ve yaşadığım eyalet olan Indiana’dan, Harvard Psikiyatri Departmanı’nda Dr.Francine Benes’le birlikte çalıştığım Boston’a taşındım.

Laboratuarda normal kontrolda olarak tanı konulmuş olabilecek kişilerin beyinleriyle şizofreni, psikotik veya bipoler rahatsızlığı (iki uçlu mizaç bozukluğu, manik depresif) tanısı konulan kişilerin beyinleri arasındaki farkı karşılaştırdığımızda biyolojik farklılıkların neler olduğu sorusunu soruyorduk. Böylece aslında, beynin mikro-devrelerinin haritasını çıkartıyorduk. Hangi hücreler hangi hücrelerle ve hangi kimyasallarla bağlantı kuruyordu ve o kimyasalların miktarı neydi? Bu nedenle, hayatıma anlam kazandıran pek çok şey vardı.Çünkü, bu tür araştırmayı gün içerisinde gerçekleştiriyordum ve daha sonra akşamları ve haftasonları Zihinsel Hastalıklar Ulusal Birliği’nin Ulusal Fenom Savunucusu olarak seyahat ediyordum.Fakat, 10 Aralık 1996 sabahı uyandım ve kendimin bir beyin rahatsızlığına sahip olduğumu keşfettim. Beynimin sol yarısındaki bir kan damarı patlamıştı ve dört saat içerisinde beynimin bilgiyi işlemden geçirmek için olan bütün yeteneğinin tamamen ağırlaşmasını izledim. Kanama sabahı yürüyemedim, konuşamadım, okuyamadım, yazamadım ve hayatımın hiçbirşeyini anımsayamadım. Gerçekte, kadın bedenindeki bir bebek haline gelmiştim!

İnsan beynini eğer hiç gördüyseniz, her iki yarıküre de birbirinden tamamen ayrıdır ve ben size gerçek bir insan beyni getirdim. Öyle ki, bu gerçek bir insan beyni. Bu, beynin ön tarafı; bu, aşağı doğru sallanan omurilik kordonuyla beynin arka tarafı.Başımın içerisinde bu şekilde yerleşmiş olurdu. Beynin iki yarıküre biçimine baktığınız zaman, beyne ait iki korteks de birbirinden tamamen ayrıdır. Bilgisayarlardan anlayanlarınız için; sol yarıküremiz bir seri işlemci gibi fonksiyonunu yerine getirirken, sağ yarıküremiz de paralel bir işlemci gibi fonksiyon gösterir. İki yarıküre de 300 milyon aksonal liflerden oluşmuş olan Korpus Kollosum (bu yapı her iki beyin yarıküresini birbirine bağlar) aracılığıyla birbirleriyle bağlantı kurarlar, fakat her iki yarıküre de birbirinden tamamen ayrıdır. Bilgiyi işlemden farklı bir şekilde geçirdiklerinden dolayı da; her bir yarıküre birbirinden farklı şeyleri düşünür, farklı şeyler hakkında ilgilenir ve diyebilirim ki; tamamen farklı kişiliklere sahiptir. Sağ insan yarıküremiz bütünüyle şimdiki an, tam burası, hemen şimdiyle alakalıdır. Sağ yarıküremiz düşünür ve resimlendirir, bedenlerimizin hareketi aracılığıyla kinestetik olarak öğrenir. Enerji formundaki bilgi; algılama sistemlerimiz aracılığıyla anında akar ve daha sonra da şimdiki zamanın neye benzediğinin, nasıl koktuğunun, nasıl tat verdiğinin, nasıl hissedildiğinin ve nasıl ses verdiğinin muazzam resmine patlar. Ben,sağ yarıküremin bilinci aracılığıyla etrafımdaki tüm enerjiyle bağlantılı olan bir enerji varlığım. Biz, tek bir insan ailesi olarak sağ yarıkürelerimizin bilinci aracılığıyla birbirimizle bağlantılı olan enerji varlıklarız. Tam burada ve tam şu anda, dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek için bu gezegen üzerinde erkek ve kızkardeşleriz. Şu anda mükemmeliz, bir BÜTÜNÜZ ve harikayız.

Sol yarıkürem, sol yarıküremiz çok farklı bir yerdir. Sol yarıküremiz doğrusal ve patetik olarak düşünür. Sol yarıküremiz bütünüyle geçmişle ve gelecekle ilgilidir. Sol yarıküremiz şu andaki anın muazzam resmini almak için dizayn edilmiştir. Bütün o detayları, tüm o detaylarla ilgili olanları toplamakta, kategorize etmekte, geçmişte ne öğrendiysek bütün o bilgiyle ilişkilendirmekte ve tüm olasılıklarımızı geleceğe tasarımlamaktadır. Sağ yarıküremiz lisanla düşünür. O, benim iç dünyamın dış dünyaya süregitmekte olan gevezeliğidir. O, bana ‘’ Hey, eve giderken yoldan muz almayı hatırlamalısın. Onlara sabahleyin ihtiyacım var’’, diyen küçük sestir. Çamaşırlarımı ne zaman yıkamam gerektiğini bilen ve hatırlatan hesaplayıcı zekâdır. Fakat, belki de en önemlisi o bana ‘’Ben, ben’’ diyen küçük sestir. Ve sol yarıkürem bana ‘’Ben’’ der demez; ben etrafımdaki enerji akışından ayrı, sizden ayrı tek bir kişi durumuna gelirim. Bu, felcimin sabahında kaybettiğim beyin kısmıydı.

Felcin sabahı sol gözümün arkasında sıkıştıran bir ağrıyla uyandım. Acı verici türden bir ağrıydı, dondurmayı ısırdığınızda hissettiğiniz bir ağrı gibiydi. Beni sıkıştırdı ve bıraktı. Daha sonra tekrar sıkıştırdı ve bıraktı. Benim için şimdiye kadar hiç alışılmadık türde bir ağrıydı. Daha sonra düşündüm ve ‘’Tamam, normal rutinime başlayacağım’’, dedim. Böylece kalktım ve tüm-vücut egzersiz makineme atladım. Bu şey etrafında kilitleniyordum ve daha sonra farkediyordum ki; ellerim barı kavrayan ilkel bir bent gibiydi. Çok garip düşünüyordum ve bedenime bakıyordum: ‘’Oh, yemin ederim acayip görünen bir şeyim.’’ Bilinç algılamam normal realiteden uzaklaşır uzaklaşmaz; makinedeki insan, deneyim ve o deneyim yaşanan anlaşılması zor alan da uzaklaştı. Başağrım daha da kötüleşiyordu ve ben makineden indim. Oturma odamın zemini boyunca bedenimdeki herşeyin ağırlaştığını, her bir adımın kaskatı ve çok çok ağır olduğunu farkettim. Adımımda hiçbir akıcılık yoktu ve algılama alanımda bir kısıtlama vardı. Böylece ben, tüm içsel sistemlerde bir noktadaydım. Banyomda duşa adım atmak için ayakta duruyordum ve o küçük sesin bedenime ‘’Tamam, kaslarını kontrol etmelisin.Kaslarını gevşetmelisin’’, dediğini duyabiliyordum. Dengemi kaybettim ve duvara karşı yaslandım. Sağ koluma baktım ve bedenimdeki sınırları artık belirleyemediğimi farkettim. Çünkü kolumun atomları ve molekülleri, duvarın atomları ve molekülleri ile karıştırılmış olduğundan dolayı, nereden başladığımı ve nerede olduğumu belirleyemiyordum. Tüm algıladığım bu enerjiydi, bu ENERJİYDİ ve kendi kendime soruyordum: ‘’Benim sorunum ne, neler oluyor?’’ O anda beynim, sol yarıküre beynim çatırdadı. Sol yarıkürem sanki birisi uzaktan kumandayı alıp, sessizlik butonuna basmışcasına tamamen sessizliğe girdi. Ve başlangıçta kendimi sessiz bir zihnin içerisinde bulmaktan dolayı şok oldum. Daha sonra etrafımdaki enerjinin büyüleyiciliğinden anında büyülenmiştim, çünkü bedenimin sınırlarını daha fazla tanımlayamıyordum. Kendimi çok muazzam bir şekilde ve genişlemiş hissettim. Ortada olan tüm enerjiyle TEK olduğumu hissettim ve orası çok güzeldi. Ansızın birdenbire sol yarıkürem tekrar devreye girdi ve bana ‘’Hey, bir problemimiz var ve yardıma ihtiyacımız var’’, demeye başladı. Ben ‘’ Oh, problemim var’’ diyordum ve anında o hayali, çok güzel olan yere kırılmış olarak yerleşen bilinç amaçsızca oradan oraya sürüklenmeye başlıyordu. Fakat, orası tamamen çok güzeldi! Beyninizin gevezeliğinin bağlantısının tamamen kopmasını, dışsal dünyanıza olan bağlantıdan ve bu alandan, daha sonra da işimden ve işime bağlı olan stresin bedenimden çıkmasını hayal edin… Bütün o bilgi ve ilişki, dışsal dünya ve o diğerlerine bağlantılı olan herhangi bir stres kaybolmuştu! Bu sakinliğin bilincinde olmayı hissettim…

Ve hayal edin, o 37 yılın duygusal yükünü kaybetmek nasıl bir duygudur!!! Oh, mutluluktan uçmayı hissettim! Orası çok güzeldi… Daha sonra sol yarıkürem tekrar sahneye çıktı ve ‘’Hey, yardım almak için dikkatini vermelisin. Benim yardım almam lazım, yardım almam lazım, dikkatimi toplamalıyım’’, diye düşünüyorum dedi. Bu nedenle duştan çıkmalıydım ve çabucak giyindim. Dairemin etrafında bekliyordum ve ‘’İşe gitmem lazım, işe gitmem lazım,’’ diye düşünüyordum. Araba kullanabilir miydim? Araba kullanabilir miydim? O anda sol kolum tamamen felç oldu. Daha sonra farkettim, ‘’Oh, bana felç geldi! Bana felç geldi!’’ Ondan sonra beynim bana ‘’Bu çok harika, çok harika,’’ demeye başladı. Kaç tane beyin bilimadamı kendi beyninin üzerinde içeriden dışarıya çalışabilirdi?! Daha sonra aklımdan ‘’Fakat, ben çok meşgul bir kadınım, felç için hiç vaktim yok,’’ geçti. Ve daha sonra ‘’Tamam, hiç zamanım yok ama bunu yapacağım, rutinime geri döneceğim. Bir-iki hafta içerisinde işe geri döneceğim,’’ demeye başladım. Aramak zorundaydım, fakat hatırlayamıyordum. En sonunda ofisimde bir iş kartım olduğunu hatırladım. Bunun üzerine çalışma odama gittim, en tepedeki üç sıra kartı çektim. Onu yaparken bile zihnimin kapalı olduğunu net bir şekilde görebiliyordum. İş kartımı anlayamadım, çünkü tüm gördüğüm şey benekler ve arka plandaki beneklerle karışmış rakamlardı. O açık-seçiklik dalgasını nasıl adlandıracağımı söyleyemiyordum. O anda realiteyle tekrar bağlanabilir ve ‘’ O kart değil, o kart değil,’’ diyebilirdim. Kart sırasının o az miktarı tam 45 dakikamı aldı! Bu arada, 45 dakikada beynimin sol yarıküresindeki kanama daha da büyümeye başladı. Sayıları anlamadım, telefonu anlamadım. Böylece, telefon defterini elime aldım, oraya bıraktım ve iş kartını da aldım. Onu da oraya koydum. Kart üzerindeki kısa ve eğri çizgilerin şeklini ve telefon defterinin üzerindeki kısa ve eğri çizgilerin şeklini eşleştirdim. Fakat daha sonra o hayali çok güzel yere amaçsızca sürüklendim ve geri döndüğümde o numaraların hepsini tuşladığımı hatırladım.Böylece, tamamen felçli olan kolumu felcin durması ve numaraların üzerine bastırmak için kullandım. Onlara bastırdıkça, normal realiteye geri döndüğümde o numarayı hali hazırda tuşladığımı söyleyebiliyordum. En sonunda, bütün numaralar tuşlandı ve ben telefonu dinledim. Çalışma arkadaşım telefonu açtı ve bana ‘’rrrrr’’ dedi ve ben kendi kendime ‘’Oh aman tanrım, bir av köpeği gibi’’, dedim ve zihnimi toparladım.‘’ Ben Jill, yardıma ihtiyacım var,’’ dedim ve sesim ‘‘rırrrr’’ diye çıktı. Kendime ‘’Bir av köpeği gibi söyledin,’’ dedim. Ne kadar uğraştımsa, onunla konuşamadım ve onu anlayamadım.

Bundan dolayı, kendime birinin yardımına ihtiyacım olduğunu söyledim. Kısa bir süre sonra bir ambulansla Boston’daki bir hastaneden Mass General Hastanesi’ne (Massachusetts General Hastanesi’ne) yolculuk ediyordum. Küçük bir top gibi kıvrılmıştım. Sanki bir balon gibi azıcık miktardaki son bir havayla enerjimin uçuşunu, ruhumun teslim olmuşluğunu hissettim ve o anda hayatımın koreografının ben olmadığını anladım. Ya doktorlar yaşamam ikinci bir şans verirlerdi veyahut bu belki de bir geçiş anıydı. Uyandığımda ve o öğleden sonra hastaneyi terkettiğimde hâlâ hayatta olduğumu keşfetmekten dolayı şok geçirdim. Ruhumun teslim olduğunu hissettiğimde hayatıma ‘’allahaısmarladık,’’ dedim ve şimdi gözlerim zıt realiteye asılı kalmıştı. Algılama sistemlerime gelen uyarıyı saf bir ağrı gibi hissettim. Işık beynimde cehennem ateşi gibi yandı. O ışık, o kadar kısık ve karman çormandı ki; geri plandaki sesin gürültüsünü yakalayamadım ve kaçmak istedim. Çünkü bedenimin alandaki pozisyonunu tanımlayamadım, kendimi muazzam hissettim ve panelden genişlemiş olan bir ruh gibi genişledim. Ruhum serbest olarak o sessiz mutluluktaki uçuştan deniz aracılığıyla süzülen gri bir örtü gibi havaya, *Nirvana’ya doğru yükseldi. Nirvana’yı bulmuştum! Düşündüm, kendimin muazzamlığını sıkıştırmayı asla yapamazdım ve bunu bu küçük bedenin içerisinde hiç yapamazdım. Fakat daha sonra hâlâ hayatta olduğumu farkettim! Hâlâ hayattaydım ve Nirvana’yı bulmuştum. Hayatta olan herkes de onu bulabilirdi! Dünyayı, sağ yarıkürelerini seçmek için niyetli olan ve her zaman ‘seni seviyorum’ diyen, harika, huzurlu, sevgi dolu insanlarla dolu olabilecek en güzel bir yer olarak resmettim. İçerideki bu felç, hayatlarımızı nasıl yaşadığımızın muazzam hediyesi olabilirdi ve o iyileşmek için beni motive etti.

Kanamadan iki buçuk hafta sonra cerrahlar içeri girdiler ve lisan merkezlerime baskı yapan, golf topu gibi olan kan pıhtısını buldular. Burada hayatımdaki gerçek melekle, annemleyim. Tamamen iyileşmem sekiz yılı buldu. Öyleyse, biz kimiz? Biz evrenin dışsallığının kılavuzu olan hayat kuvveti gücüyüz. İki kavramsal zihiniz, an ve an dünyada kim ve ne olacağımızı seçmenin gücüne sahibiz.Tam burada ve şu anda evrenin yaşam gücü olduğumuz yere, şekil alan 50 milyar moleküler zekânın yaşam kuvvet gücüne, sağ yarıkürenin bilincine adım atmayı seçebilirim veya akıntıdan ayrı, sizlerden tamamen ayrı, tek bir kişi olduğum sol yarıkürenin bilincini seçebilirim. Ben entellektüel nöroanatomist Dr.Jill Bolte Taylor’ım. Bunlar, içimizdekiler. Bunlar bizim seçtiklerimiz mi? Hangisini seçiyorsunuz, hangisini seçerdiniz ve ne zaman? İnanıyorum ki; seçmek için ne kadar çok zaman harcarsak, o kadar çok sağ yarıkürelerimizin devreleri daha derin, dünyamız ve gezegenimiz de daha huzurlu olacaktır. Bu fikrin dünyaya yayılmaya değer bir fikir olduğunu düşünüyorum. Teşekkür ederim. ’’